ŞÜKRÜ TÜL’ÜN ARDINDAN – Celal Boratav

Bilimsel olmayan şişirme işlere, kaynak gösterilmeden yapılan çalışmalara tahammülü yoktu. Mükemmeliyetçiydi. O yüzden birçok eser bırakabilecekken, ötelediği için çok az basılı eseri kaldı...

Şükrü abimin ani rahatsızlığını tam yurtdışına çıkarken haber aldım. O gün sabah, yola çıkmadan önce, telefonda konuşmuştuk oysa.

Döndüğüm sabah da telefonumu açar açmaz acı haberi aldım, abim Ahmet'den. İzmir'e gelince hemen soluğu evlerinde aldık. Daha doğrusu, onun en kutsal yerinde. Kitapları, topladığı antikaları, bilgisayarı, CD ve plakları, çalışmaları, sevgili eşi Yeşim, pek hoşlaşmadığı kedileri… Hatta fazlası vardı, uzun zamandır göremediğim oğlu Ege, kardeşleri, yeğenleri, diğer akrabaları, dostları. Ama onun olmaması var ya... 96 yılında babamı kaybettiğimden beri hiç bu kadar içim acımamış, canım yanmamıştı.

Ben, arkadaşlarını ve yaşıtlarını saymazsak, onu tanıyan birçok kişiden daha şanslıyım. Zira 9 yaşımdan beri tanıyorum kendisini. Aydın'da Cuma mahallesindeki eski evimize Cumartesi pazarı yönünden gelirdi hep, büyük ciddiyetle. Ben, abim Ahmet'in arkadaşlarına hep hayrandım, çok severdim. Belki de abimle olan yaş farkından dolayı ya da onun kolej yıllarında evden uzaklaşmasından doğan o yıllardaki aramızdaki uzaklığı, onun arkadaşlarıyla gidermeye çalışırdım. Şükrü abiyi görünce bahçe kapısından abime seslenirdim, "Şükrü abi geliyor".

Gene böyle bir yaz akşamı annem nereye gidiyorsunuz diye sordu onlara, hiç unutmuyorum. "Sinema" çıktı abimin ağzından. Annem Celal'i de götürün deyip" beni onların yanına katıverdi. Sonraki aklımla düşünüyorum ki büyük olasılıkla şarap içmeye gideceklerdi, annem işi bozdu. Herhalde mecburen Aydın Hisar sinemasının yazlık tarafına gittik. Benim için anne-babasız ilk geziydi. Bugün gibi hatırlarım, "Çölde Kaybolan Çocuk"tu filmin adı. Şükrü abiyle ilk paylaşımım budur. Son derece eğlenceli bir adamdı.

Abimle olan dostlukları son derece sağlamdı ve yıllar böyle geçti. Üniversite yıllarımda sık sık bizi ziyarete gelirdi. Sevgili eşi Yeşimle tanışmamız, Pirot kazısı dönüşü, abimle paylaştığım İzmir'deki öğrenci evimizde oldu. Daha sonra İzmir'de kısa bir süre kendisi Yeni Asır'da çalışırken ev arkadaşlığı yaptı bana. En eğlenceli ev arkadaşlarımdan biriydi.

İzmir'de iş yerlerimiz hep yakın oldu. O yüzden onunla öğlen yemeği turlarımızın çokluğu kıskanılacak düzeydedir. Tabi antikacı gezileri de...

Ben evlendikten sonra sıklıkla onun hafta sonu gezilerine katıldık. Suriye'ye bile gitmiştik. En son gezimiz Selçuk'daki Keçi Kalesi tırmanışımız oldu. Sonra bizim Nazmi Direnç doğunca, ara vermek zorunda kaldık bu güzel gezilere. Ama özel turlarımız hiçbir zaman bitmedi. Şunca yıldır ne ıssız koylar, plajlara götürdü bizi. Ne lezzetleri test ettik birlikte. Herhangi bir turu iptal olunca bize gün doğuyordu, sevinirdik birlikte olabilme ihtimaline. Son 15 yıldır abimden daha çok görüştük. Dost olduk. Ahmet benim öz abimdir ama Şükrü Tül onun kadar abimdi benim, eşim Sevginin. Şu sevimsiz düzende, en güvendiğimiz nadir insanlardan biriydi.

Uzun zamandır yüksek tansiyon sorunu vardı. "Kilo ver abi" deyince küser konuşmazdı benle, çocuk gibi. En sevmediği şey götürdüğü yerde, "bi şey yokmuş burada" denmesiydi. Takılır, kızdırırdık. Bir de üşüyenleri, iştahsız insanları sevmezdi hiç. Onunla mide fesadı yaşadığım çoktur o yüzden. Dışarıdaki yaz sıcağı hariç, sıcağı da sevmezdi.

Çok alıngandı. Onun alınganlığı ruhsal bozukluktan değil, onunla birlikteyken bozuk sisteme eklemlenen insanların onu kullanmasından ve bilgi kaynaklarını açıklamayışlarındandı. Haklıydı yani. Bilimsel olmayan şişirme işlere, kaynak gösterilmeden yapılan çalışmalara tahammülü yoktu. Mükemmeliyetçiydi. O yüzden birçok eser bırakabilecekken, ötelediği için çok az basılı eseri kaldı bence. Ama gezilerdeki anlatımı ile bir efsanedir bana kalırsa, eski toplumlardaki tarih anlatıcıları gibi. Onların sonuncusu değildir umarım.

İzmir, Aydın kentleri, akademik dünya bence onun çok kıymetini bilemedi. Bu iki kenti, Arkeolojiyi bu kadar seven birisinin bilgi birikimi ve onu paylaşma isteği kullanılamadı. Birikimli, kaliteli insanları kullanamıyoruz maalesef. Yanaşma olmak, yalakalık, aferistlik yoksa ruhunda istediğin kadar insan tanı, bilmezler kıymetini bu ülkede. O yüzden bir yerlere gelenlere hep kuşkuyla bakar bu toplum, ardında bir şey arar doğal olarak. Şükrü Tül has adamdı, ödün vermezdi o yüzden arı olarak da kaldı.

Sevdiklerini kaybetmekten çok korkardı. Karısı, oğlu, annesi, kardeşleri, yeğenleri için endişelenirdi. Beşiktaş'ın efsane futbolcularından dayısı Kaya Köstepen'in ölümünde, üzüntüsüne şahidiz. Sevdiklerini kaybetmeden, kendi gitti. Onlar için üzülmeden.

Kaybetmek sadece ölüm değil elbet, sevip değer verdiği birçok insan kendinden o veya bu sebeple uzaklaştığında hep mutsuz oldu. Övgülü sözler insanları kaybettikten sonra sarf edilince hayatta olmayanlar için işe yaramıyor, sağken bunları belli etmeli, hakkını vermeli.

Sevdikleri deyince, hayat yoldaşı Yeşim'e değinilmezse olmaz. Şükrü Tül'ün bugünlere gelmesinde en büyük katkı ondadır. Böyle insanlar üretirken çok zor olur. O zorluklara katlandı, her şeyini ona göre düzenledi, onu rahat ettirdi. Bilinmeli.

Oğlu Ege'nin son yıllardaki hayata atılışı onu en çok mutlu eden şeydi, son zamanlarda.

Üniversitedeki anma toplantısında eski ve daimi dostlarından meslektaşı Remzi Yağcı harika, bir o kadar da çok duygusal bir konuşma yaptı. Onun karşılaştığı akademik zorluklara, haset dolu engellemelere, insanı bezdiren bürokratik saçmalıklara değindi, korkusuzca. Tabi Nilgün Moralı gibi vefakar insanların da hakkını teslim ederek. Öğrencileri dostları çok güzel anılarını paylaştılar. Dedesine olan hayranlığından, ailesine olan bağlılığından, Hellen coğrafyasına ve Yunanca müziklere, Rembetikoya olan tutkusundan bahsedildi. Aydın, İzmir ve Ege aşkı anlatıldı. Öğrenme açlığına, öğretme, paylaşma şevkine, öğrenci şefkatine dikkat çekildi. Bizler bunları evimizde, seyahatte, meyhanede, kırda, plajda baş başa ve sıklıkla yaşayan şanslı insanlardanız.

Bir öğrencisinin dediği gibi bundan sonra Şükrü abi yok ama geçmişte onunla birçok şey paylaşma şansını bulduk biz. Ne mutlu ki benimki 15 yılı dolu dolu, 40 yıl olmuş neredeyse. Anılarımız var artık, neşeyle söz edeceğimiz. Bunlara sevinip, onun acısını unutturacak acılar yaşamamayı diliyorum. Ancak, şunu duyamayacağım ne yazık ki bir daha onun ağzından, "Haydi bakalım Celal doldur kadehleri sen, Yonanca dinleyelim biraz".

Celal BORATAV

error: Content is protected !!