Türk Edebiyatında deneme türünde kentlerin değişim süreçlerini kaleme alan Tanpınar’ın Beş Şehir eserini bilmeyen pek azdır. Tanpınar, eserinin önsözünde “…kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen güçlü istek” ifadelerini kullanır; geç Osmanlı-erken Cumhuriyet döneminde hızla yeni bir yöne evrilmekte olan toplumun ruh halini anlatmak için. Yaşadığı çağda imparatorluğun kozmopolit şehirlerinin yakın hatıratını cumhuriyetin yeni nesillerine hatırlatmaktır gayesi. Değişim her alanda hızla yayılmakta, şehirler çehrelerini değiştirmekteyken; yüzyıllardır kent yığınlarının belleklerinde birikmiş sesleri, tatları, yapıları kaleme almıştır.
Bugün kentlerimizde de yoğun inşaat alanları ile geçmiş zamanlarda alışık olduğumuz dokuların kaybolması riski ile karşı karşıyayız. Giderek artan oranda yapılaşmalar ve kent dokusunda hissedilebilir yoğunlukta
betonlaşma, geri dönüşümü olmayan sonuçlara gebe. Tarihi dokunun korunması gerektiğini söyleyenler ile müteahhitlerin amansız kavgası. Bu kavgaya ekolojik alanların savunucuları da eklenmelidir kuşkusuz.
Tire, Küçük Menderes Havzası’nda yer alan hem tarihi hem ekolojik zenginliği ile dikkati çeken bir yerleşimdir. Ortaçağ beylikler dönemi ile erken Osmanlı dönemi arasında Ege bölgesinde yer alan kara ticaret şehirlerinden önde gelenlerindendir. Bir kara ticaret şehrinin bünyesinde barındırdığı çok sesli ve renkli havadan nasibini almış bir şehir. Kozmopolit bir toplum, kamu yararına inşa edilmiş pek çok külliye, han, kervansaray, cami, kilise, sinagog, mezarlıklar ile tam bir İmparatorluk şehri.
Bu kent güzellemesi, İmparatorlukların üzerine kabus gibi çöken milliyetçi dalgalar ile 20. Yüzyıl başında hasar aldı kuşkusuz. Geçen yüzyıldan bu yana kentler; bölünmüş sınırlar, kitlesel nüfus takası gibi gerekçelerle giderek daha az renkli hal aldılar. Tire için de bu geçerli. Kentin Türkler ile birlikte yaşamış en kalabalık diğer grubu Yahudiler bugün yok. Sevinilecek şey ise bugün Tire’de eski zamanların izini taşıyan pek çok yapının olması. Buna kentin merkezi havrası da dâhil. Restorasyonları beklemekte.
Balkan Göçmenleri, Çerkesya’dan bölgeye gelenler, Afro-Türkleri ile hala zengin farklılıkları barındırmaya sürdüren Tire, canlı bir Pazar kültürü ile ticaret kenti özelliğini yansıtmadadır.
Tire, Antik çağdan beri tarımsal karakteri olmuş bir şehir. Roma döneminde Küçük Asya’nın yönetim merkezi olmuş olan Ephesos kentinin hinterlandında yer almakta; elde edilen tarım ürünleri buradan Ephesos’a nakledilmekte idi. Bugün tarım arazilerinin her geçen gün azaldığı havzada bu durum düşüncüdür.
Tire, Aydın dağlarının bir uzantısı olan Güme yamaçlarına kurulup gelişen bir Osmanlı kent dokusuna sahip. İmar faaliyetleri 15. ve 16. yüzyılda artış göstermiştir. Bir kara ticaret şehri olarak canlı kalan Tire ve kırsalı bu ihtiyacı karşılaması için han yapıları ile desteklenmiştir. Bu ticaret mekânları, dönemin kent hayatında çekim merkezleridir. Art bölgelerden kervanlar ile aktarılan ürünler tekrar buradan kent içlerine taksim edilmekte idi. Kentin ana çarşıları aynı han komplekslerinin yakın çevresinde konuşlanmıştır.
İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed’in bir tüccar olması gerçeği İslam kent yaşamında ticaret mekânlarının ayrıcalıklı konumları açıklamaktadır. Bu ticaret mekânlarına bakan parsellerde kentin ana camileri yer almıştır. Dini ve ticari kamu yapılarına ek olarak çeşitli hamam gibi gündelik hayata özgü mekânlar bir bütün olarak Tire’de kara ticaret kenti ifadesini teşkil eder. Çarşılar; farklı millet, meşrep ve dillerin harman yeri olmuştur.
17. yüzyıl başı ile 18. yüzyıl başında kenti ziyaret etmiş iki seyyah, Tire’de yaptıkları gözlemleri kaleme alarak, kentin geçmişine katkıda bulunmuşlardır. Bu aktarılanlar bugün yitirilmiş seslerin, renklerin ve dahi hissiyatın yeniden tahayyül edilmesinde yardımcı hayati gereçlerdir. Milan Kundera’nın Yavaşlık romanında güzelleme yaptığı hızlı olmadan, unutmadan yavaş yaşayanlar için bu hatıratlar elbette değeri paha biçilemez.
Tire kenti için ilk notlar Simeon’dan gelmekte. Ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi ile aynı yüzyılda ve ondan öncedir yazılanlar. 1608-1619 arasında Kudüs’e hac ziyareti için yola koyularak Tire’ye uğramış olan Polonyalı Ermeni Simeon: “İzmir’den çıktıktan sonra iki günlük bir yolculukla Tire’ye vardık. Burası da ender ve mamur
büyük bir şehirdi; her gün yükler bağlanır ve bir kervan yola çıkardı. Buradaki Ermeniler ancak on haneden ibaretti ve papazları yoktu. Tire’nin gerek Ermeni ve gerek Türk halkı, hepsi de çok misafirperver insanlardı.
Sekiz gün orada kaldık…” notlarını düşmüştür.
Evliya Çelebi 1671 tarihinde ayak bastığı Tire ve çevresini ziyaret edip, Suriye-Filistin üzerinden yıllardır hasret çektiği Hac ibadetini yerine getirmek için Hicaz’a yönelir. Çağdaşı Simeon da hac ibadeti için Kudüs’e gitmiştir. Birbirinden habersiz bu iki seyyahın notları aynı yüzyılda kesişmiştir.
1714 yılında kenti ziyaret etmiş bir diğer seyyah Paul Lucas. Fransa Kralı 14. Louis’nin emriyle 1714 yılında Türkiye, Asya,Suriye, Filistin, Aşağı ve Yukarı Mısır seyahatleri sırasında uğrak noktalarından biri
de Tire’dir. Lucas’ın notlarında: “…”Yolumuza ovalık bir memleketten devam ettik, çok iyi ekilmiş ve bir sürü köyle karşılaştığımız, bu güzel ovanın ucunda tüm Anadolu’nun en büyük ve en kalabalık şehirlerinden birisi olan Tire şehri bulunuyor. Dikkat çekici olan tüm hemşehrilerinin savaşçı (asker) ve silâh taşıma hakları olduğu kadar toprak işleme yetkilerinin de olması ve efendilerinin emirlerini yerine getirdikten sonra sabanı tarihin çok iyi tanıdığı şu eski diktatör Romalının rahatlığıyla alıyorlar. Bu şehirde az Hristiyan ve Yahudi var ve Muhammed’in dini baskın ve Türklerin burada yüz kadar camisi var; komşu dağlar suyu gani gani veriyor ve kırsal alan yaşam için gerekli olanların tamamını”.
Yaklaşık bir yüzyıl zaman aralığı ile seyyahların ortak görüşleri, kentin belirgin kırsal ekolojik zenginliğidir. Zengin su kaynakları ile antik Kaystros nehrinin suladığı havza ve Tire bugün ne yazık ki ciddi bir ekolojik buhran geçirmekte. Su kaynakları giderek azalmakta, ve meşhur Menderes nehri kuruma noktasındadır. Tire ve periferisi betonlaşma ile sancılı günler geçirmekte.
Lucas’ın dediği gibi bugün de Tire kentini ziyaret edeceklerin dikkatini onlarca Beylik ve Osmanlı döneminde inşa edilmiş külliyeler, camiler çekecektir. Bölgenin Aydınoğulları devrinde önemli bir ilim merkezi olarak şekillendirilmesi; Tire için Türk-İslam kentleşmesinin başlangıcını oluşturmuştur. Yüzyıllar içerisinde oluşup, serpilmiş kent kentleşme kültürümüzde zarif bir yere sahiptir.
Tanpınar’ın Beş Şehir’de dediği gibi:
“Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu.” Ruhu olan mesken alanları vardı Tire’de de.
Şehrin mahremiyetinde adeta eriyip karışmış hissi veren zaviyeler, küçük boyutta onlarca cami, mescit, medreseler, hiç beklenmedik bir yerde karşımıza çıkan ve hala Aydın dağları’ndan aldığı suyu halka sunan
çeşmeler, taşın ve tuğlanın raks ettiği duvarlar. İnişli çıkışlı sokakların ulaştığı medreselerin ardında ulu kara selviler. Pek çok yapının komşusu peyzajlar. İslam’ın cennet bahçesi misali, doğadan uzaklaşmadan sakinlere nefes aldıran onlarca gizli bahçe.
Tire özelinde ve elbette ülke genelinde şehir yaratma kabiliyetimiz hastalıklı. Lütfi Bergen’in kitabında dediği gibi Şehir Sünnettir! Yüzyıllardır sünnet bilip ruhu olan kentler yaratanlara öykünmek icap eder. “öyle bir mimari inşa eyle ki, kırlangıç çatı altında sana komşu olsun, leylek yanındaki söğüt ağacında yuva yapsın.”
İşte kent medeniyetimizin uzun beton bloklar ile amansız çatışması karşısında tarafımız böylesi bir kent tasavvuru olmalıdır. Unutmayalım Medine medeniyetten gelir. Medeni kentler yaratanlara uzak ve yakın,
hepsine selam olsun…
Kapak görseli: P. Lucas’ın, fait en 1714… dans la Turquie, l’Asie, la Syrie, la Palestine, la Haute et la Basse-Égypte, etc…, Rouen, R. Machuel le jeune, 1719” adlı 1720 tarihli Amsterdam baskılı Fransızca kitabın da sayfa 156’da yer alan Tire gravürü
Kaynak: YARIN Dergisi sayı: 2