Artık hepimiz biliyoruz, İzmir’de her gün, çoğunu hissetmediğimiz pek çok deprem oluyor. 17-28 Ekim 2005’de meydana gelen Sığacık Körfezi merkezli depremleri hatırlayalım: İlk gün 469 deprem, ikinci gün 410 deprem olmuş, 21 Ekim’de ise deprem sayısı en üst düzeyine ulaşmış ve 510 deprem kaydedilmişti. Söz konusu 12 gün içinde depremlerin toplam sayısı 3277. Bunların en şiddetlisinde sokağa fırlayan insanlar günlerce evlerine girmeye cesaret edememişti.
Yaşı 50’ye yakın olanlar 1974’depremini de anımsayacaktır. Saat Kulesi’nin taç kısmı yıkılmış, iki kişi hayatını kaybetmiş, bazı evlerde çatlaklar oluşmuş ve yine insanlar büyük bir korku yaşamıştı. Peki, anımsayamadığımız depremler? Birkaç günlük deprem bilânçosunu geçmişe yaydığımızda, bırakın bu sütunları, normal boyutta kitabın bile yetmeyeceği bir katalogun gerektiği aşikârdır. Bu nedenle belli başlı İzmir depremleri hakkında bilgi vermekle yetineceğiz.
İlkçağ’daki depremlerle ilgili ayrıntılara sahip değiliz, ancak MS 187’deki depremin İzmir üzerinde büyük bir yıkım gerçekleştirdiğini biliyoruz. Deprem, İzmir’deki birçok tapınağın yıkılmasına yol açmış, yerde açılan büyük yarıklar evleri yutmuş, küçük iç liman kapanmış ve çok sayıda insan ölmüştü. On sene boyunca vergilerden muaf tutulan şehir, Roma İmparatoru Marcus Aurelius tarafından neredeyse yeni baştan inşa ettirildi.
Yine 688 yılında meydana gelen depremin büyük can kaybına neden olduğunu biliyoruz. İzmir’in sonraki yıllarda benzer sonuçlar doğuran depremler yaşadığını kestirmek zor değil. Ancak sonuçları hakkında daha kesin bilgilere sahip olduğumuz depremler 17. yüzyılda yaşanmış. Söz konusu dönemde hem devlet kayıtlarının düzenliliği hem de bölgenin seyyahlar tarafından daha yoğun ziyaret edilmesi, bizi bir dizi depremden haberdar ediyor.
1654 depremi, 17. yüzyılın yıkıma yol açan depremleri arasında, mal olduğu can ve mal kayıpları nedeniyle öne çıkan ilk deprem oldu. Ama asıl iz bırakan ve İzmir’in bir süre ticaret merkezi olmak özelliğini yitirmesine yol açan 1688 depremidir. 10 Temmuz 1688 Cumartesi günü meydana gelen depremin merkezi Sancak Kalesi civarıydı. Fransız konsolosluğunun raporuna göre İzmir’deki evlerin neredeyse tamamı oturulamayacak hale gelmişti. Çoğu Türk 16-19.000 kişi hayatını kaybetmişti. Kentin Avrupalı sakinlerinin – Cumartesi olduğu için – İzmir dışındaki sayfiyelerinde olmaları, büyük kayıp vermelerinin önüne geçmişti.
Dublin’de görevli İrlanda Gelirler Dairesi Sekreteri John Ellis’e 21 Ağustos 1688’de gönderilen bir mektupta şöyle deniyor: “….İzmir’de üzücü bir deprem yaşanmıştı. Kentin büyük bir bölümü harap olmuş, İngiliz tüccarlarımızın bazıları göçük altında kalmıştı. İşin daha da yürek sızlatan yanı, depremin hemen ardından çıkan yangınla, depremden geriye kalan her şeyin neredeyse kül olup gitmiş olması. Öyle ki, size bu üzücü haberi getiren gemi yola çıktığında yangın hala devam ediyordu.”
John Ellis’e gönderilen iki gün sonrasının tarihine ait bir başka mektup, deprem hakkında biraz daha fazla bilgi veriyor: “…İzmir’den üzücü haberler gelmeye devam ediyor. Ama tüccarlarımıza göre durum ilk raporda bildirilenden daha kötü değil. Onlara göre deprem, kentin tüm alt yapısını yerle bir etmiş. Daha sonra şiddetli bir yangın ortaya çıkmış ve göçüklerden yine şiddetli kükürt kokuları yayılmaya başlamış. Dediklerine göre ilk uğultu, kentin yukarı kısmında bulunan bir dağdan gelmiş ve yine anlattıklarına göre, o civarda bulunan ve ilk Hıristiyanların sık sık ziyaret ettiği Saint John kilisesi hariç her şey, yerle bir olmuş. Ama yine de, bu bilgilerin hepsi doğrulanmaya muhtaç.”
31 Aralık 1688 tarihli Orange Gazette’de yer alan haber, “…İzmir’de ortam son derece sağlıksız. Konsolosluk çalışanlarından dördünün salgın hastalık nedeniyle ölmesi sonucu Konsolos ve vatandaşlarının yarısı mallarını toplayıp gemilerle İngiltere’nin yolunu tutmuşlardı. Arkalarında, harap olmuş, birbirine yakın köylerde kaderlerini bekleyen çok sayıda Rum, Ermeni, Frenk ve Yahudi bırakmışlardı. Kalanlar, çerçöp ve yıkıntılar arasında, kendilerini bekleyen ölüme her gün bir kurban vererek var olma çabalarını sürdürüyorlardı. Bu şeytani manzarayı adeta tamamlarcasına, bir de, su kemerlerinin yıkılması sonucu kentte içme suyu sıkıntısı baş göstermişti…”
Depremden sonra şehrin nüfusu yarıdan daha fazla bir eksilme gösterdiği gibi yabancı tüccarların büyük bölümü şehri terk etti. Şehrin yeniden toparlanması için 30 yıldan fazla bir süre geçmesi gerekti.
18. yüzyılda İzmir’de meydana gelen depremlerden irili ufaklı 37 deprem saptanmıştır. 1739 depremi, aynı yıl İzmir’e gelen seyyah Richard Pococke’un kaleme aldığı satırlara şöyle yansımıştır; “İzmir, depremler yüzünden korkulu anlar yaşayan bir şehir; özellikle Nisan 1739’da meydana gelen deprem, binaların birbirinin üzerine yıkılmasına ve birçok insanın yatağında ölmesine yol açmış. Şehirde bu depremden etkilenmeyen ev kalmamış gibiymiş; bu yüzden de, ölüm korkusu içindeki İzmirliler bütün bir yazı evlerinin bahçelerinde ve geceleri de gemilerinde geçirmek zorunda kalmışlar. Kimisi de güven yerine rahatı tercih ettikleri için evlerini terk etmemiş.”
Pococke şanslıydı, birkaç ayla depremi yaşamaktan kurtulmuştu. Ancak adaşı Richard Chandler onun kadar şanslı olamadı ve 1765’in bir yaz gününde İzmir’de depremin yarattığı korkuyu yaşamak zorunda kaldı: “Haziran ayının on birinde bir deprem yaşadık. Tüm ev şiddetle sarsıldı. Tavana ait kalas ve kirişler paldır küldür başlarımızın üstüne doğru geldi. Deprem sabah saat yedi civarında meydana gelmişti. Hemen öncesinde öylesine büyük bir gürültü kopmuştu ki, birçok kişi bunun top gürültüsü olduğu yanılgısına düşmüştü. Anlaşıldığı kadarıyla ses, güney-doğudan gelmişti. Sarsıntı öylesine güçlü hissedilmişti ki, bu şiddette bir deprem yeri aniden dalgalandırmış olmalıydı. Bu durum büyük bir paniğe neden oldu. Devamında bazı artçı şoklar meydana geldi ancak bunların merkez üsleri uzaktaydı.”
19 ve 20. yüzyıllar da farklı değildir; 1688 benzeri olmasa da birçok deprem yaşamıştır. 13 Kasım 1856’da meydana gelen depremin de büyük hasar verdiği, birçok evin çöktüğü ve neredeyse hepsinde çatlaklar oluştuğu ve denizin karaya hücumu sonrasında bazı insanların kaybolduğu kaydedilmektedir.
İzmir önemli bir deprem kuşağında yer alıyor; geçmişte birçok deprem yaşadığı gibi, bundan sonra da yaşayacak. Önemli olan kendimizi ve şehrimizi bu kaçınılmaz sürece nasıl hazırlıyoruz sorusu değil midir?