İran Gezisinin Ardından/ Emre Banaz

Evet, İran"dan döndük ama aklımız orada kaldı, sanırım bir gün tekrar gideceğiz, İran"ı ve İranlıları çok sevdik..

İran Gezisi”nin Ardından

İran uzun süredir görmek istediğim bir ülkeydi. Öncelikle bu isteğimin sebeplerini anlatayım. Her şeyden önce İran komşumuz, hem de yüzyıllardır savaşmadığımız tek komşumuz. Sınırımız 17 Mayıs 1639 yılında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması”ndan beri değişmemiş. Sanırım Dünya”nın en uzun süredir değişmeyen sınırlarından biri. Ülkelerimiz arasında yüzyıllardır süren bir kültür alışverişi var. Dilimizde Arapça zannettiğimiz pek çok kelime Farsça kökenli. İran medeniyeti 2.500 yıldan uzun zamandır aynı topraklar üzerinde devam ediyor. Pers İmparatorluğu topraklarını bir dönem Yunanistan”a kadar genişletmiş. İskender dahi bir dönem Persepolis”te yaşamış. İran uygarlığı edebiyatıyla, felsefesiyle, mimarisiyle bütün dünyayı etkilemiş. Hacı Bektaşi Veli”nin, Ömer Hayyam”ın, Hafız”ın, Sadi”nin, Şehriyar”ın doğduğu, Mevlana”nın kendini bulduğu, İbn-i Sina”nın yaşamını geçirdiği bu ülke tam bir açık hava müzesi. Bunların dışında halkının dörtte biri Türkçe konuşan İran dünyada sadece Türklere vize uygulamıyor ve İran halkı kökeni ne olursa olsun (Azeri, Farisi) Türk halkını çok seviyor. Şu saydığım sebepler sanırım İran”ı görme isteği duymak için yeterlidir.

Tabi tüm bunlara önce eşimi inandırmam gerekti. Ardından ön hazırlıklara başladık. Kitapları okudukça ne kadar doğru ama bir o kadar da zorlu bir karar verdiğimizi anladık. Doğruluğunun sebebi İran”ın sandığımızdan da büyük bir kültürel zenginliğe sahip olmasıydı. En büyük zorluk ise 10 gün gibi kısa bir zaman dilimine bu boyutta bir ülkeyi sığdırmak oldu. İran içinde mümkün oldukça uçak kullanmaya karar verdik ve uçak gün ve saatlerini de göz önüne alarak bir gezi programı yaptık. Bunun dışında diğer bir zorlandığımız konu da giyim oldu. Erkekler için şort giyilmemesi dışında bir kural yok. Ama kadınların başlarını örtmeleri ve üzerlerine tunik benzeri bir şey giymeleri şart. Tam da gideceğimiz dönemde gazetelerde sürekli bu konuyla ilgili negatif haberler çıkması da bizi biraz strese soktu. Oraya vardığımızda bu konunun çok abartıldığını anladık.

Türkiye”den yola çıkmadan önce 5 uçak bileti aldık: İstanbul-Tahran, Tahran-Yezd, Şiraz-İsfahan, Tahran-Tebriz ve Tebriz-İstanbul. Uçak bulamadığımız Yezd-Şiraz arasını gündüz otobüsle, İsfahan-Tahran arasını ise gece trenle kat ettik. En zorlandığımız yolculuk trenle İsfahan”dan Tahran”a gidiş oldu. 6 kişi aynı kompartımanda gitmek çok kolay değil, ama trenlerin Türkiye”deki benzerlerine nazaran daha konforlu ve tren yolcularının da daha uygar olduklarını kabul etmem lazım. Bunun dışında şehir içlerinde genelde taksi kullandık. İran”da genel olarak ulaşım çok ucuz ve her yerden her yere bir ulaşım aracı bulunabiliyor.

İran”da ilk durağımız Tahran oldu. Bu şehir tam anlamıyla bir müzeler cenneti. Tahran”daki tek günümüze gezilmesi gereken onlarca müze arasında sadece Milli Müze, Merkez Bankası”ndaki Mücevher Müzesi ve Halı Müzesi”ni sığdırabildik. Milli Müze”de İran”ın çeşitli kazı bölgelerinde bulunmuş Pers eserlerini görmek mümkün. Bir tuz madeninde bulunmuş, tuza gömülü olmasından dolayı bozulmadan kalabilmiş tuz adam ve aslı Louvre Müzesi”nde bulunan Hamurabi Kanunları”nın kopyası müzenin görülmesi gereken bölümleri arasında. Mücevher Müzesi günde 2 saat açık ve pek çok değerli taşla birlikte Şah ailesinin mücevherlerini görebiliyorsunuz. Dünyanın en büyük pembe elması olan 182 karatlık Derya-yı Nur müzenin en önemli parçası. Halı Müzesi”nde ise muhteşem İran halılarını görmek mümkün. Tahran”dan müzeler dışında aklımda kalan bir zamanların ünlü oteli Nadiri”nin restoranında garsonla anlaşamamamıza rağmen bir şekilde ısmarlamayı başardığımız nefis öğle yemeği ve akşam yemeği için gittiğimiz kuzeydeki Derbent semtindeki restoranların güzelliği. Derbent”te taksi şoförünün bizi kazıklamaya çalışması üzerine müdahale eden, arabalarına alan, 30 km uzaktaki otelimize Mahsun Kırmızıgül dinleyerek yaptığımız çılgın yolculuk sonucunda bırakan ikisi kız üç genci sanırım hiç unutmayacağım.

İran”da ikinci durağımız Zerdüştlerin şehri Yezd oldu. Çölün ortasına kurulu şehrin eski bölümü çok ilginç. Yezd”deki evlerin dıştan bakılınca en dikkat çeken bölümleri badgirler. Ev içini serinletmek amacıyla kullanılan hava bacalarına badgir deniyor; bir nevi klima sistemi diyebiliriz. Tüm evlerin iç avlularında havuzlar ve genelde bu havuzların üzerine taht dedikleri balkonlar var. Havuz üzerinde ya da değil pek çok yerde bu tahtlarla karşılaşıyorsunuz. Ayakkabı çıkararak üstüne bağdaş kurup çay içiyorlar, hatta yemek yiyorlar. Ayrıca evlerin içinde sıcaktan korunmak için yapılmış yeraltı odaları da mevcut. Şehrin bazı yerlerinde Bodrum”un kümbetlerine benzeyen, çevresinde badgirler bulunan su depoları var. Bu depolara abanbar (ab=su, anbar=depo) diyorlar. Yezd”de eski büyük evlerin bazıları otel olarak kullanılıyor. En bilineni bizim de kaldığımız Silk Road Otel. Avlusunda öğle yemeği aldığımız 200 yıllık Malek Otel”in de iç süslemeleri çok güzeldi. Silk Road Otel yolu Yezd”den geçen gezginler için bir buluşma yeri. Akşam yemeğinin ardından avluda 2 Hintli, 2 Belçikalı, 1 Fransız, 1 İsviçreli, 1 İngiliz, 1 Danimarkalı ve 1 Almanya”da yaşayan İranlı ile gece yarısına kadar yaptığımız sohbet yolculuğumuzun unutulmazları arasındaydı. İçinde kutsal ateşin yanmaya devam ettiği “Zerdüşt Tapınağı (Ateşgah)” ve Zerdüştlerin 30 yıl önce İslam Devrimi yasaklayana kadar ölülerini yırtıcı kuşların yemesi için bıraktıkları “Sessizlik Kuleleri” Yezd”de mutlaka görülmesi gereken diğer yerler.

Yezd”in ardından Hafız”ın ve Sadi”nin şehri Şiraz”a gittik. Persepolis Şiraz”a gidilince olmazsa olmaz gezilerden biri. Pers krallarının inşa ettirdiği 125.000 m2″lik Persepolis saray kompleksi İskender döneminde bir yangın sonucu tavanının çökmesi sebebiyle tamamen toprak altında kalmış. Bu sayede duvar süslemeleri bozulmadan günümüze kadar ulaşmış. Bunun dışında Kerim Han Kalesi, Kuran Kapısı, Vekil Çarşısı ve Vekil Cami, Eram Bahçesi ve tabi ki en önemlisi Hafız”ın mezarı Şiraz”da gördüğümüz diğer yerler oldu. İmam Rıza”nın kardeşi Seyid Mir Ahmed”in mezarını da Türk ve Müslüman olmamız sayesinde gezebildik. Şiraz”ın insanları çok cana yakın ve yardımsever. Şehrin her tarafı kitapevleriyle dolu. Benim için Şiraz”ın unutulmaz gezisi Hafız”ın kabrini ziyaretimiz oldu. İranlılar Hafız”ı hiçbir zaman yalnız bırakmıyorlar. Başında şiirler okuyup, mezarını okşuyor, çocuklarına mezarın başında Hafız”ı anlatıyorlar. Doğrusu milli şairlerine olan bu bağlılıklarını ve kültürlerine verdikleri bu önemi kıskandım.

Fransız şair Renier İsfahan Dünya”nın yarısıdır demiş, büyük bir ihtimalle Meydan-ı Nagş-e Cihan”ın (Dünya”nın Nakışı Meydanı) adı ve boyutlarından etkilenerek söylemiş bu sözü. Şiraz”dan sonraki durağımız İsfahan”da gezilecek o kadar çok yer var ki. Sadece Nagş-e Cihan”ın çevresinde bile günler geçirilebilir. İsfahan”da bir gün kaldığımızdan Hakim Cami, Cuma Cami, Bazar-ı Bozorg, Şeyh Lütfullah Cami, İmam Cami, Ali Kapu Sarayı, Cehel Sütun ve son olarak da Siose Köprüsü”nü gezmeğe zamanımız anca yetti. Benim için İsfahan demek Nagş-e Cihan demek. Bu meydanda yapıların ahengi, simetrisi ve güzelliği inanılmaz. Gezemediklerimizi gezmek, Nagş-e Cihan”ın büyüsünü yeniden yaşamak ve en önemlisi Mürüvvet izin vermediği için yiyemediğim, sonradan da İran”da başka yerlerde bulamadığım “gaz” adını verdikleri tatlıdan yemek için sanırım İsfahan”a yeniden gideceğiz.

İran gezimizin son durağı ünlü türküde selam getirilen Şehriyar”ın diyarı Tebriz oldu. Bu şehirde herkes Türkçe konuştuğundan hiç iletişim sorunu çekmememize rağmen halkı tutucu ve soğuk bulduk. Tebriz”de Buca”daki göletin bir benzeri olan İlgoli”yi, Azerbaycan Müzesi”ni, Mavi Cami”yi ve Şehriyar”ın anıt-mezarını gezdik. Ayrıca Tebriz yakınlarındaki İran”ın Kapadokya”sı olarak tanınan Kendovan gerçekten ilginç bir yer. Uçsuz bucaksız Tebriz çarşısı, hesap yaparken halen abaküs kullanan satıcılar ve kimden alışveriş yaparsanız yapın verdiğiniz parayı kabul etmeyerek “kabil değil, konaksan” demeleri ama ardından parayı almaları sanırım hep aklımda kalacak.

Tebriz”den İstanbul”a, oradan da İzmir”e 1 Temmuz”da döndük. İran”la ve İranlılarla ilgili haberleri artık farklı bir gözle okuyoruz. İran ve Türkiye komşu ve birbirine benzeyen iki ülke. Onlar 2.500 yıldır aynı topraklarda yaşamanın avantajıyla çok köklü bir uygarlık yaratmışlar ve bundan gurur duyuyorlar. Yönetimlerinden hoşnut değiller ve petrole rağmen ekonomilerinin Türkiye”ye göre az gelişmiş olması konusunda yönetimi suçluyorlar. İran”da vergi yok, devlet petrol geliriyle finanse ediliyor. Benzinin 10 litresi 1 $. Dünya petrol rezervinin % 10″u İran”daymış. Ama benzin üretecek yeterli rafinerileri olmadığından litresi 0,70 $”a Türkiye”den benzin ithal ediyorlar. Biz oradayken hükümet benzin tüketimini araba başı ayda 100 litreyle sınırlandırdı ve kıyamet koptu. Altyapı sorunlarını çözmüşler. Ülkenin tümünde çeşme suyu içilebiliyor. 10 gün içinde pek çok farklı yerde yemek yedik, çeşme suyu içtik ve en ufak bir sağlık sorunu yaşamadık. İran”da bulunduğumuz sürece haber alma sorunu yaşamadık. İnternette BBC ve CNN yasak ama bu iki site dışında tüm haber kaynaklarına ulaşılabiliyor. Çok miktarda yabancı kitap çevirisinin kitapçılarda satıldığını gördük. Kesinlikle dışa kapalı bir ülke değil. Gençler arasında pek çoğu İngilizce konuşuyor, yabancılarla da pratik yapmak için gördükleri yerde iletişime geçiyorlar. Gezimiz boyunca güvenlik sorunu hissetmedik. 10 günde sadece bir kere, İsfahan tren garında pasaportumuz kontrol edildi. Ülkede dini kurallar geçerli olmasına rağmen üstümüzde giyim kuralları ve alkol yasağı hariç baskı hissetmedik. Gittiğimiz hemen her yerde ilgi, misafirperverlik ve yardım gördük.

Evet, İran”dan döndük ama aklımız orada kaldı, sanırım bir gün tekrar gideceğiz, İran”ı ve İranlıları çok sevdik.

Emre Banaz, 2009

Yılların içinden süzülen anılar…





error: Content is protected !!