Galiba en son iki yıl önce gitmiştim Gökçeada’ya.
Bu garip adaya, dağa, çöle veya vahaya…
Eksik kalmıştı, anlayamamıştım onu.
Ve tekrar gittim geçen hafta.
Yine eksik, hep öyle kalacak anlaşılan…
Gökçeada, ada gibi olmayan bir ada. Dağlarında kırık dökük bir yaşam, deniz kıyısında sessizlik, bir düş kırıklığı, bir yalnızlık dünyası adeta. Terk edilmiş köylerin tek tük sakinleri, ıssız kiliseleri, göçenleri ziyarete çağıran mezarlıkları ile tatile dair bildiğimiz şeyleri ters yüz eden bir başka sahnesi hayatın.
Mutluluğun izleri hüzün içinde. Gökçeada’da hüzün hem süslü, hem bakımsız , adeta dibe vurmuş ama hala çekici. Yani terk edilen o güzelim köylerin, Dereköy”ün, Zeytinli”nin, eski Bademli”nin ulu çınarlarında, cömert incirlerinde, nar ağaçlarında, yıkık pencerelerinde, yaşlı, vefalı sakinlerinde ve kır kiliselerinde. Anlamakta güçlük çekiyor insan!
Hizmet beklemeyin Gökçeada’da. Turizm cinsinden şeyler bulunmaz orada. Turizm yapay kalır göreceklerinizin yanında. En muhteşem butik otelleri soluk hayaletler çekip çevirir. Bulduğunuz kadarıyla yetinmek zorundasınız. Zaten gerek yok fazlasına, lüks filan lazım değil aslında. Belki ilerde değişir ama 2007 yılı itibarıyla durum budur…
Yerlisi olmayan, geleneği kalmayan, kime ait olduğu anlaşılmayan, sahipsiz, amaçsız bir yer Gökçeada. Restoranlar müşterileri geri çevirir, garson sizi azarlayabilir, yine de hiç ama hiç önemli değil. Adanın gerçeği bu! Ada iyimserliği, ada oynaşları bulunmaz buralarda.
Gitmesi bir dert, dönmesi başka bir dert eğer dert etmek istersen! Ama her şeye rağmen başarırsan bu yolculuğu ve küsmezsen Gökçeada”ya, açar sana gönlünü usulca.. Ve sınar seni defalarca!
Huysuz, ruhsuz, küskün, güzel mi güzel, ziyan olmuş Gökçeada. Tüm coşkularını bastırmış, saklamış küf kokan çeyiz sandığında. Kırmızı kuşakla mezara koymuşlar gibi kadersiz gelini..
Bulmalıyım, dokunmalıyım, anlamalıyım onu. Deli rüzgarların şarkısını duymalıyım. Düğünler belirmeli o mezarlıklarda ve sofralar kurulmalı yıkık duvarların ardında…
Daima eksik, daima diri bu merak, bu tad, bu tatsızlık, bu özlem. Hep öyle kalacak anlaşılan, tamamlanmadan…
Nina Bencoya
04.09.2007