Efsaneler, Masallar Diyarından/ O. Gönenç

Hesapladım, Güneydoğu'ya önceki gittiğimden bu yana yirmi iki yıl geçmiş. İstanbul"da kurduğumuz diapozitif arşivi için fotoğraf çekmek ve Cumhuriyet gazetesine röportajlar yapmak için çıktığım bir geziydi. Şimdi ne kadar büyük gelişim var, o zamanlar...

EFSANELER, MASALLAR, ÖYKÜLER DİYARINDAN NOTLAR

O.Gönenç’in kaleminden ..

Hesapladım, Güneydoğu”ya önceki gittiğimden bu yana yirmi iki yıl geçmiş. İstanbul”da kurduğumuz diapozitif arşivi için fotoğraf çekmek ve Cumhuriyet gazetesine röportajlar yapmak için çıktığım bir geziydi. Şimdi ne kadar büyük gelişim var, o zamanlar kırda sefalet açıkça belli, kentte pislik diz boyuydu. Yine de tam olmuş denemez ama çok ilerleme gözledim.

Mardin”in gece görünümü doyumsuz. Dizi dizi ışıklar için “Gündüz seyranlık, gece gerdanlık” diyorlar. Daha önceleri kent derlenip toplanmadan “Gündüz mezarlık, gece gerdanlık”mış. Hem Mardin”de, hem de gördüğümüz başka kentlerde düzenleme ve temizlik konusunda daha alınacak yol olduğu ayrıca bir gerçek.

Mardin”de “Abbara” altından yol geçen ev, veya üstünde ev olan sokak demek. Abbara”nın da raconu var; Diyelim ki gecenin karanlığında sarhoşun biri sallana sallana bu abbara”dan yürüyor ve o saatte sokağa çıkmaya zorunlu bir kadın karşıdan geliyorsa sarhoş yüzünü duvara, arkasını kadına döner, “Geç bacım geç, korkma.” diye yol verirmiş. Ayrıca bu abbaralar gençlere buluşma, kavgalılara da koz paylaşım yeriymiş. “Sıkıysa bu akşam Hacı Murat”ların abbarasına gel!” dermiş kavgacılar birbirine.

Eskiden sınır boylarında kaçakçılık çok fazlayken söylenen “Bir kilo toz bir Toros, iki kilo toz bir monobos, üç kilo toz bir otobos” lafı esrar kaçakçılığının boyutlarını açıklamak bakımından ilginç. Şimdi bu işler İran sınırı, Nusaybin taraflarına kaymış dediklerine göre. Onun yerini de buralarda GAP sulama kanalları sayesinde pamuk tarımı almış.

Ta Halep”ten kalkıp Harran”a gelenlere Mırra ikram edildiğinde, “Halep”te yeni içtik daha,” derlermiş. Bu, Mırra tadının uzun süre ağızda kaldığını belirtmek için söyleniyor.

Güneydoğu çarşılarında bakkala girip Seylan çayı aldığınızda kasa fişinde “Kaçak çay” yazdığını görüyorsunuz. Kaçak olsa da, olmasa da o çayın adı kaçak çay!

Efsaneye göre yıllarca çocuğu olmayan bir Süryani ailenin Kırklar Dağı”nda adak adadıktan sonra Suzan adında bir kızları olunca, teşekkür için her yıl bir kere oraya gelirlermiş. Zamanla büyüyen kız bu gelişlerin birinde bir Müslüman gence aşık olmuş. İki genç nasıl becerdilerse orada bir güzel sevişmişler. Sonra yine nasıl olduysa kızcağız Dicle”ye düşerek boğulmuş. Delikanlı kaybettiği sevgilisinin ardından, “Ziyaret çarptı bizi, Suzan Suzi, Suzan Suzi…” diyerek ağıtlar yakmış. Tabi “Evlenmeden seviştik de böyle olduk.” diyemiyor, “Ziyaret çarptı bizi.”diyor. Şimdi Süryani Suzan”la Müslüman sevgilisinin aşklarını anlatan bu ağıt oraların en gözde türkülerinden.

Bir zamanlar terör yüzünden korku uyandıran, otuz araç biriktiğinde asker eşliğinde ve konvoy halinde geçmeye izin verilen Çağ Çağ Vadisi, şimdi pırıldayarak akan ırmak, yanında ağaçları, gölge yeşillikleriyle insanda ister istemez yiyip içtikten sonra iki ağaç arasına gerilmiş bir hamakta uyumak isteği uyandırıyor.

Gezi boyunca karşılaştığımız çocukların hepsi son derece pırıl pırıl, akıllı, zeki, uyanık ve kibardı. Bir tanesi bana: “Sizinle tanışmaktan mutlu oldum.” bile dedi. O çocukların gözlerindeki ışık, ülkemizin geleceğinin aydınlık, yapılacak tek şeyin doğru eğitim olduğunu bir kez daha bizlere anlattı. Bence bu konuda hepimize görev düşmekte.

Yöre erkekleri başlarına değişik şekillerde kareli siyah beyaz “Poşi” bağlarken Urfa”dakiler her tonda, ama genellikle koyu mor renklisini kullanıyor. Nedenini araştırdık, sadece adet, veya alışkanlıkmış.

Urfa”da Suriye malı bir şişe Mırra kahvesi aldığımız adamla pazarlık ettiğimizde, “Dokuz çocuğum var, onlara bakıyorum.” dedi şakayla karışık. “Peki, neye yaptın dokuz tane?” deyince de, “Cahillik işte, ama şimdi öğrendik usulünü, çocuklara da öğretiyorum!” yanıtını verdi.

Yine Urfa”da Gümrük Han”da içinde fotoğraf derneğinin de olduğu Rehavi Sanat Evi”nden ve Deyrulzafaran Manastırı”ndaki satış yerinden başka yerde bulamayacağımız çok ilginç kitapları alma fırsatımız oldu.

Bölgede en ufak bir alışverişten sonra, bir şişe su bile alsanız “Hayırlı olsun!” deniyor.

Bölge insanı kendileri gibi olmayanlara karşı Ege”de olduğundan daha çok saygılı. Benim sıra dışı tipime karşın ne “Hello!” diye laf atan oldu, ne de rahatsız edici biçimde alış verişe zorlayan. Aklıma Bodrum”daki, Kuşadası”ndaki ve Ege”nin kimi başka yerlerindeki bazı esnafın yaptıkları sululuklar gelince sıkıldım.

Gezi boyunca korkarak oturduğumuz sofralarda içimizi yakan değil, ağızda uzun süre güzel bir tat bırakan lezzetli “acı”lar yedik.

Urfa”daki sıra gecesinde ortada oynayan kızları cep telefonuyla kayda alıp bir yerlere gönderen anneler gördük. Duyduğuma göre bunlar geleceğin kaynanalarıymış! Yaşlı başlı bir teyze de yerinden kalktı, elindeki flaşlı makineyle birkaç kızı çekti, heyecanlanmıştı. Sonra başının arkasına kayan başörtüsüne pek de aldırmadan yerine geçti oturdu, bütün ciddiyetiyle oynayanları seyre koyuldu. Birkaç oyun sonra o da dayanamayıp ortaya fırlayacaktı.

Bu sıra geceleri sadece eğlenmek için değil, bir sorunu çözmek, bir konuyu görüşmek, karara bağlamak için de yapılıyor. Bir aile sıra gecesinde ne ikram etmişse başka bir sıra gecesinde başka bir aile aynısını ikram ediyor. Abartılı ikram görgüsüzlük sayılıyor.

Mırra kahvesi özel sapsız fincanında yudumcuklarla iki veya üç kez içiliyor. Başka istemezseniz elinizi fincanın üstüne tutmak yeterli. Fincanı yere bırakmak yok. Bilerek yere koyan ikramı yapana hakaret etmiş gibi oluyor. Özür için çare; Onu evlendirmek veya fincanı altınla doldurup vermek. Veya Gümrük Hanındaki kurnaz garsonun dediği gibi, “İyi bir bahşiş!”

Her yerde, Harabelerde, köylerde kentlerde çocuk rehberler var. Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca (Hatta Japonca bile) bulunduğunuz yerin özelliklerini anlatıyorlar. Yalnız o dilde bir soru sorarsanız yanıt yok. Başa alıp aynısını yeniden anlatmaya başlıyorlar. Diyarbakır”da sokaktaki bütün çocukların Cahit Sıtkı Tarancı”nın Otuz Beş Yaş şiirini nefes bile almadan okuduklarını bir düşünün!

Köylerde “Ağa” var tabi. Yedi köyün sahibi olan da “Bey” oluyor. Bunlar genelde İstanbul”da veya yurt dışında yaşarmış. Oraların milletvekilleri de bu beylerden çıkarmış.

Sıra gecesine katıldığımız Yıldız Sarayı Konukevi”nin sahibi bundan elli yıl önce on yaşında bir kadayıfçı çırağı iken siparişleri getirdiği bu yerden bahşiş isteyince terslenmiş. Dükkana döndüğünde durumu öğrenen ustası tarafından da azarlanmış. O zaman kendi kendine buranın sahibi olmak için ant içmiş. Ardından gençlik yıllarında gittiği Almanya”da otuz beş yıl çalışıp para biriktirdikten sonra dönüşünde binayı satın alarak şimdiki Yıldız Sarayı Konukevi”ni kurmuş.

Dönüş yolunda görmek fırsatı bulduğumuz Atatürk Barajı Gözlerimizi yaşarttı, göğsümüz kabardı. İnşaat sırasında yaşamlarını kaybeden yirmi üç görev şehidini rahmetle andık.

Bence Efsaneler, Masallar ve Öyküler Diyarı gezimizin yıldızları bir kere her zamanki gibi Resmiye Hanım, sonra bütün grubu Ödemiş”teki evine gece yatısına davet eden Sabriye Hanım, ve otobüs Karacadağ”dan geçerken çaktırmadan telefon edip yazıhanecinin evinde ne kadar oranın özel pirincinden varsa torbalatarak içimizdeki meraklılara vermek üzere yol kenarına getirten Cengiz Kaptan”dı. “Ya rehberimiz Özgür Bey, ya kaptan yardımcımız Ramazan?” diyeceksiniz. Doğru, işlerini en güzel yapanlardı onlar. Hepsine teşekkür ediyoruz.

Daha nice gezilere…
O. Gönenç, Mayıs 2007

Yılların içinden süzülen anılar…





error: Content is protected !!